Osho ve Vahşi İktidarlar

 



bilgiyi zorbalığın için kullanırsan bu hiroşima yaratır. bilgiyi iyi bir şey için kullanırsan thomas more’un ütopyasını yaratırsın. bilgi kiminin elinde demokles kılıcıyken, kiminin elinde insanlığın kurtuluşudur. ‘yemek yemek için çakmakla ocağı yakarsın, aynı çakmakla evini ateşe verebilirsin’

tanrı enki, tanrıça iştar’ın 104 me’sini elinden aldığından bu yana bilgi otoritenin tekelinde sürüp gitmiştir.

yer yer başkaldırılar olsa da sümer rahip devletinden günümüz ulus devletlerine değin devam etmiştir.

devlet ve devleti ayakta tutan mekanizmalar kendisine tehdit olarak gördükleri her oluşumu mümkünse sindirmek, mümkün görünmediği yerde de kaba savaş mekanizmasını devreye sokarak ortadan kaldırmak için uğraşır.

sünni emevi anlayıştan ayrı duran, paylaşımcı kültürü önceleyen karmatiler, hz osman’a karşı duran ebuzer gifari, zeus’a karşı duran prometheus… her bir kıvılcımın ortak ideası kendi özgürlüğünü, kendi adil dünyasını yaratmaktı.

tarihe en büyük terörist olarak yazılan dağın şeyhi diye kodlanan hasan sabbah örneğinde de görebiliriz ki hakim yasa kendisine dahil edemediği her kişiyi çarmıha gerer.

tıpkı kendilerine benzemeyen isa mesih’ı golgota tepesine sürükledikleri gibi. tıpkı aforoz edilen ve hala kilise tarafından lanetlenmiş olarak görülen özgürlük filozofu baruch spinoza gibi.

tarih sınıf savaşı ise eğer bu köle kılmaya çalışanlar ile özgür olma uğruna kendini ipe götürenlerin tarihidir. yakın zamanda kimsenin bilmediği ve bir anda bilgi ilahları tarafından düğmeye basılarak, kitle psikolojisine pek güzel bir örnek sunuldu.


hindistan’dan amerika’ya gelen bir adamın dünyasının iç yüzü diye sunulan bir belgesel aracılığıyla kitle tarafından koro halinde lanetleme ritüelleri başladı. bu adamın ismini ağzına alanlar önce lanetleyerek söze giriştiler.


servis edilen bu belgesel dünyanın her ülkesinde yayınlanan bir platform tarafından gösterime sokuldu.


neredeyse herkesin ortak fikri şuydu;


‘müthiş ifşa belgeseli, herif neymiş öyle, züppe, soytarı, hırsız, onursuz, insanların duygularını istismar etmiş, sahte guru, kişisel gelişimci… ve benzeri yığınla nicelik yoksunu kavramlar, tanımlarla bilmedikleri, okumadıkları, araştırma gereği duymadıkları bir adam ve onun yarattığı dünya hakkında konuşup, tıpkı tanrı enki’nin iştar’ı cezalandırması gibi, görevlerini yapıp koro halinde yer altı mahzenlerine mahkum ettiler. 


şöyle bir şey yapacağız, tıpkı aziz freud’un asistanı wilhelm reich gibi size sesleneceğim; 


( işe bak, reich orgon enerjisi icadı yüzünden amerikada hapse mahkum edilmiştir. tıpkı bu belgeselde maruz kalınan şey gibi neyse devam edelim reich’in hitabına geçelim!)



dinle küçük adam;


ben buradan sana ahkam kesmeye geldim. bu komünü yaratan o gizemi ve o gizemin baş kişisi zihninin arka odalarında duyulsun diye haykırmaya geldim. 


izlediğin belgesel veyahut manipülasyon biyografisi hakim yasanın biyografisidir. 


önce şununla başlayalım.

belgeselde manşet verilen;

‘’ben zenginlerin gurusuyum’’ sözünün sağını ve solunu tamamlayalım öncelikle. 

 

 

"sen zengin adamın gurusu değil misin?" diye soruyorsun, çünkü yalnızca zengin adamlar bana geliyor. ama zengin adam dediğim zaman içsel olarak çok fakir olanları kastediyorum. zengin adam dediğim zaman, zekâda zengin olan birini kastediyorum, dünyanın ona verebileceği her şeye sahip olan ve bunun boşuna olduğunu anlamış birini kastediyorum.


evet, yalnızca zengin bir adam dindar olabilir. fakir birinin dindar olamayacağını söylemiyorum, ama bu çok nadirdir, olağanüstüdür. fakir bir insan umut eder durur. fakir bir insan zenginliğin ne olduğunu öğrenmemiştir, henüz hayal kırıklığına uğramamıştır. zenginlik onu hayal kırıklığına uğratmamışken nasıl zenginliğin ötesine geçebilir? fakir insan da bana gelir, ama benim veremeyeceğim bir şey için gelir. başarı ister. oğlu işsizdir; rica eder, "onu kutsa, osho." karısı hastadır ya da işyeri para kaybediyordur. bunlar, bu dünyaya ait şeyleri isteyen fakir bir adamın semptomlarıdır.


bana zengin biri geldiği zaman parası vardır, işi vardır, evi vardır, sağlıklıdır, insanın sahip olabileceği her şeye sahiptir. ve aniden hiçbir şeyin tatmin etmediğini fark etmiştir. o zaman tanrı arayışı başlar.


evet, bazen fakir bir adam da dindar olabilir, ama bunun için büyük zekâ gerekir. zengin bir adam, dindar değilse aptaldır. fakir bir adam dindarsa, muazzam zekâya sahiptir. fakir bir adam dindar değilse affedilmelidir. zengin bir adam dindar değilse, günahı affedilmez.


ben zengin adamın gurusuyum. kesinlikle öyle.


paran olmasaydı burada olmazdın. buradasın, çünkü paran seni hayal kırıklığına uğrattı. buradasın, çünkü başarın seni hayal kırıklığına uğrattı. buradasın, çünkü yaşamın seni hayal kırıklığına uğrattı. bir dilenci gelemez, çünkü hayal kırıklığına uğramamıştır.


din bir lükstür. ona nihai lüks diyorum, çünkü en yüksek değere sahiptir. bir adam açken müziğe aldırmaz, bunu yapamaz. ve önünde sitar çalmaya başlarsan seni öldürür! "bana hakaret ediyorsun!" der. "ben açım ve sen sitar çalıyorsun, sitar çalmanın zamanı mı? önce karnımı doyur! o kadar açım ki, müziği anlayamıyorum. ölüyorum!" bir adam açlıktan ölürken, bir van gogh resminin ya da buda vaazının ya da güzel upanişadlar'ın ya da müziğin ne faydası vardır ki? anlamsız. onun ekmeğe ihtiyacı vardır.


bir adam bedeniyle mutluyken, yeteri kadar yiyeceği, içinde yaşayacak güzel bir evi varken müziğe, şiire, edebiyata, resme, sanata ilgi duyar. artık yeni bir açlık yükselmektedir. bedensel ihtiyaçlar doyurulmuştur, artık psikolojik ihtiyaçlar yükselmektedir. ihtiyaçlarda hiyerarşi vardır: ilk önce beden; bu temeldir, benliğinin zemin katıdır. zemin kat olmadan birinci kat var olamaz.


bedensel ihtiyaçlar doyurulduğu zaman psikolojik ihtiyaçlar doğar. psikolojik ihtiyaçlar da doyurulduğu zaman, spiritüel ihtiyaçlar doğar. bir insan dünyada bulunabilecek tüm müzikleri dinlemişse, her güzelliği görmüşse ve bunların yalnızca rüya olduğunu anlamışsa -tüm büyük şairleri dinlemişse ve şiirin yalnızca kendini unutmak için, kendini zehirlemek için bir yöntem olduğunu, ama seni hiçbir yere götürmediğini anlamışsa- tüm resimleri ve büyük, eğlenceli, keyif verici sanat eserlerini görmüşse... ya sonra? eller boş kalır, öncekinden daha boş. o zaman müzik ve şiir yeterli olmaz. o zaman meditasyon yapma arzusu, dua etme arzusu, tanrı açlığı, hakikat açlığı doğar. büyük bir tutku seni ele geçirir ve gerçeği aramaya başlarsın, çünkü artık bilirsin: bu varoluşun en gizli gerçeğini bilmezsen hiçbir şey tatmin etmez. başka her şeyi denemişsindir ve başarısız olmuştur.’’



kastedilen şeyi anladın sanırım küçük adam. anlamadıysan da izah etmeye devam edeceğim.



bhagwan shree rajneesh namı diğer osho hindistan’dan amerika’ya sürgün edildi. tıpkı jose saramago gibi, brezilya’ya göç eden stefan zweig gibi, viyana’yı terk eden sigmund freud gibi… sebebi ortaktı. birilerini rahatsız ediyorlardı yazdıkları ve söyledikleriyle.


osho bir din yaratmıyordu. onun yaratmaya çalıştığı şey bilinçti. friedrich nietzsche’nin üstinsan(übermensch) kişisini yaratıyordu, ama nesnelerden kopmuş, ama maddeden kopmuş.

ve bunu yaparken saf bilincin açığa çıkması için gerekli bir şart sunmuyordu. o ne bir din yaratıyordu ne de bir tarikat.

onun yapmaya çalıştığı şey klasik anlayıştan sıkılmış insanların ilgisini çekiyordu. psikanaliz aşamasını başarıyla atlatmış insanlar topluluğunu yaratıyordu.

‘ gelenekten ve sıkılmışlıktan kaçan insanların istasyonuydu’ osho’nun yarattığı komün.


hayatında komün fikrine dahil olmamış, bunu tecrübe etmemiş insanların bu topluluğa düşman olmaları gayet olasıdır. osho’nun yaratmaya çalıştığı komünün ayakta kalması için aşram’a gelenlerle havuz oluşturup kendi aralarında bir banka sistemi kurmaları, herkesin ortak paydada buluşmasını sağlamıştır. öğrenci evinde hesabı ortak yaptığın günleri düşün biraz.


çorak bir araziyi satmak isteyen birinden orayı alıp istediğinizi yaparsınız değil mi?

işte osho ve onun komün anlayışı bu cehennem diyarını cennete çevirmektedir. çırılçıplak dolaşmaları cennet tasviri değil miydi yoksa?


itiraz edenleri duyar gibiyim. dinle küçük adam;

seni şuradan da tanıyorum;

yıl 2018. van plajında bir festival düzenlendi. ve şehirden, şehir hayatından sıkılmış binlerce insanın katıldığı bir şölene dönüştü. herkes müthiş hissediyordu. bir enerji yumağıydı festival.


akabindeki sene tekrar yapılmak istendi. ve yapılamadı.

itiraz eden o insanların ataları 1980lerin ortalarında hönkörmeye başladılar. ‘ çıplak dolaşıyorlar, seks yapıyorlar, din dışı şeyler yapılıyor, dinle dalga geçen şarkılar çalınıyor.’’


ne kadar benzer değil mi küçük adam? hayır benzer değil, aynısı.


van festivalinde de çıplaklık aykırılıktı. 


küçük adam kabullenemiyorsun senin gibi düşünmeyeni, senin gibi yaşamayanı.


işte van festivali ve osho’nun komün kurduğu antelope şehri arasında bir korelasyon kuralım.


komünü kurdular ve güzel güzel yaşıyorlardı. sana zararları yoktu. bilakis sana kazanç bile sağlayan bir ekonomi döngüsü de yaratılmıştı.


ama sen durmadın. kendi halinde takılan, tek dertleri meditasyon ve bir enerji alanı yaratmak olan bu insanları yok etmek için silahlanmaya gidecek kadar gözün döndü.

senin elinde silah varken komünde beyaz elbiseler içindeki adamın dilinden şu sözler dökülüyordu;


‘’ben hiçbir bakımdan özel değilim. tanrının oğlu olduğumu iddia etmiyorum. basitçe bir şey söylüyorum. uyuyordum, şimdi uyandım. siz de uyuyorsunuz ve siz de uyanabilirsiniz. ben insanların uyanmasına yardım etmeye devam edeceğim. uyanmış insan, yeni insan olacak. ‘’ 


1000 dost adında silahlı grup oluşturan antelope şehrinin sakinleri aslında geleceği haber veriyorlardı. 

şehirde silahlı gözetleme, devriyeye çıkma gerginliğin patlamaya dönüşeceğini müjdeliyordu.


‘ artık pastırma değil, muz kızartıyorlar, antelope’yi ele geçirdiler’ evet komünün satılık olan antelope kafe’yi alıp zorba buddha kafe yapmasını böyle manşete verdiler. 


biri malını satıyor ve sen değerinde alıyorsun bu ele geçirmek oluyor. sen hayvan katlederken onlar daha insani şeyler yapıyorlar oysa.


giritli fakir ama tasasız zorba ile derinliğe ulaşmış buddha’yı kafe isminde buluşturan bu insanlara silah doğrultuyorsun.


belgeselde aşram’a katılan birine sorulan bir soru şuydu. sizi buraya getiren şey ne?


-macera, sevgi.


sevgi komününü yok etmek için başsavcı, belediye başkanı, gazeteciler, televizyonlar, yerliler herkes bir olmuştu.


yasanın dışına hiçbir şekilde çıkmamış bu topluluğun yarattığı rahatsızlığın tek sebebi hakim din anlayışına zarar verme ihtimaliydi. bu yüzden sayıları çoğalan komünün insanlarının oy kullanma haklarının önüne geçmek için türlü oyunlar yapıldı.



osho büyüyen komünün dezavantajlarını da yaşamaya başlıyordu. etrafındaki insanların otorite hırsı, antelope ve beraberindeki güruhun saldırıları onu yoracaktı.

bu yorulmanın çok sonra yavaş yavaş öldürülmek istendiği iddiası olarak kalacaktı.



dinle küçük adam;


senin suratlarına bakmadığın evsizleri,dilencileri komüne yerleştiriyorlar ve onlarla aynı statüye geliyorlar. olması gerektiği gibi.

şunu dinle, bir evsiz konuşuyor;


-burada o kadar güzel olan nedir?


burada suç yok. sokakta yürürken bıçaklanmak veya vurulmaktan korkmanıza gerek yok. bunu açıklamak zor. 


rajneeshpuram artık amerika’ya, ‘ bize yorgunlarınızı, fakirlerinizi, özgür olmak isteyen evsizlerinizi getirin, onları ellis adası’ndaki gibi aşağılamayacağız. chicago ve new york’taki gibi fabrikalara koyup köle gibi 12 saat çalıştırmayacağız. onlara saygıyla yaklaşacak, güzel evler vereceğiz. güzel kıyafetler, yeni bir yaşam vereceğiz. biz buna sahibiz. eğer amerikan ve demokratik olan bir şey varsa, o rajneeshpuram’dır, dış dünya değil. burası evimiz ve çok seviyorum. sağ olun.’’



sayıca büyüyen komün üyelerinin oy kullanmaması için yasayı değiştirdin küçük adam. ve bunu yaparken ‘evsizleri, dilencileri seçimi kazanmak için getirmişler’ yaygarası kopararak meşrulaştırdın.

tanıdık bir his sanırım değil mi? bana, jose saramago’nun ‘görmek’ romanında seçimi kaybettiği için başkenti değiştiren anlayışı hatırlatıyor. zorbalık çeşitlilik içerir.


altı bölümlük belgeselde osho’nun tek bir suçunu görmek mümkün değil. bilakis fbı’yi aşram’a davet edip, illegal bir şey yapmadıklarını gösteriyorlar.

ama şunu biliyoruz ki yasa koyucular birini ya da birilerini hedef tahtasına koydular mı sonunu getirmeden durmazlar.


arkana yaslan ve şunu dinle küçük adam;


‘artık zamanı geldi durmanın. şu anda bile dünya olması gerekenden dört kat fazla nüfusa sahip. nüfus dörtte bir oranında azalırsa, fakirlik, şiddet kalmayacak. binlerce sorun ortadan kalkacak. fakat rahibe teresa’ya nobel verdiler çünkü yetimlere yardım etti. dünya çapında yetimhaneler açtı. o sorun yaratıyor, bu yetimler çocuk sahibi olacak. ve o kürtaja da karşı, çünkü kürtaj yasal olursa nereden yetim bulacak? o zaman nobel ödülü ne olacak?

bu bunak kadın insanları deliye döndürüyor. katı bir doğum kontrolü sağlanmalı, en az yirmi yıl boyunca.

tam bir kontrol. iki veya üç çocuktan sonra durmak gibi değil, hayır bunun faydası olmaz. dünyanın yarısı açlıktan kırılıyor ve fakir ülkelerde açlık içindeki ülkelerde,daha çok çocuk yapılıyor. tek basit bir nedenle,zaman geçirmek için. başka bir seçenekleri yok. sinemaya gitmek için para gerek, diskoya gitmek için para gerek. bedava olan tek eğlence seks.

tam bir nüfus kontrolü şart. son dört yılda hiç çocuğun doğmadığı tek şehir burası. dünya nüfusu azalmazsa şiddetten uzak kalmanın da yolu yok. insanlar aç, insanlar açlıktan ölüyor. aç olan insan hırsızlık yapacaktır. ölmek üzere olan insan başka birini öldürmeye ve parasını çalıp, canını kurtarmaya neden çekinsin. çünkü yaşama tutkusu tüm biyolojik gelişimin temelidir. insan hayatta kalmak için her şeyi yapabilir. ve ikinci olarak kürtaj yasadışı olursa papa ister ki diğer tüm doğum kontrol yöntemleri de yasadışı olsun. kürtaj yasadışıysa, doğum kontrolü yasadışıysa, bu dünyaya neler olacağını düşünebiliyor musunuz?

herkes herkesin ensesinde olacak hayatta kalabilmek için.

doğum kontrolü ve kürtajın kadınlara eşitlik sağladığı erkeklerle aynı düzeye getirdiği unutulmamalı. diğer türlü kadın erkekle asla eşit olamazdı. fakir ülkelerde kadınlar sürekli doğum yapıyor. her yıl bir çocuk… her zaman hamile. çalışamıyor, mali özgürlüğünü kazanamıyor. erkek kadar eğitim alamıyor, politikaya atılamıyor. çocuklara bakması lazım. doğum kontrol yöntemleri, kürtaj kadınlara erkeklerle eşit olma imkanı sundu, diğer türlü eşitlikle ilgili konuşma hikaye, yalan, aldatıcı. fakat gariptir, rahibe teresa da bir kadın ve yanında iki veya üç düzine rahibe var, tabii hepsi kadın. yanında bir grup rahibe var ama görmüyorlar bile son bin yıldır tek bir kadının papa seçilmediğini.’’


derin nefes alıp ve şunu düşünelim. bir devlet ve o devletin politikaları, kurumları, kilise, camii her ne din hakim idiyse o ülkede bu yukarıda söylenen sözlerin sahibini yok etmek için her şeyi yapar. çünkü sistemi sarsan bir manifestodur bu sözler. belgeselde de izlediğin o savcılar, avukatların yalan beyanlar üzerine delil bulmaya çalışmalarının yegane nedeni budur.


osho, kendi tabiriyle provokatiftir. uyanışçıdır, sarsıcıdır. ve bunun cefasını çekecektir. 

başına çorap örenleri bak nasıl anlatıyor;


 ‘’tüm dinler bana karşı, daha önce hiç hepsi birden bir kişiye karşı olmamıştı, bu onların ortak noktası.

ve bundan daha da şaşırtıcı olan ateistlerin de bana karşı olması. onlar da bu noktada teistlerin görüşünü paylaşıyor. komünistler bana karşı, ki onlar tanrıya inanmıyor, ruha inanmıyor, meditasyona inanmıyor ancak yine de tanrı’ya inananlarla aynı fikirdeler. ruha inananlarla, birçok farklı şeye inananlarla.

bu noktada, yegane noktada, anlaşmaya varıyorlar. bu daha önce hiç olmamıştı ve olmasının tek bir nedeni var. ben size açıkça yol gösteriyorum. parmağım gerçeğe işaret ediyor. inanç gerekmez, dini yazıt gerekmez, peygamber gerekmez. tanrı gerekmez. gerekli olan tek şey, her şeyden şüphe duyacak muazzam bir cesaret…

ben tüm dinlere karşıyım. lideriniz değilim. sizler müritlerim değilsiniz. her şeyi yok ediyorum ki tarih tekerrür etmesin.’’



bu sözleri sarfeden birini karalamak için bir belgesel yapacaksınız ve lider olduğunu reddeden ve eylemlerini de bu doğrultuda sürdüren o kişiyi iran’da baskıcı bir dönemin temsilcisi olan dini lider ayetullah humeyni’ye benzetecek ve bundan medet umarak nefret biriktirmeye çalışacaksınız.


olmayacak şeyleri denemeye devam ediyorsun değil mi küçük adam?


hakikati yok etmek imkansızdır bilmiyor musun?


osho üzerine yıkılacak bir suç yaratılamadığı için eldeki tek seçenek olan ülkeden ayrılmasını istemeyi, hapis yolunu göstererek yapmak osho’nun ve onun yarattığı dünyanın görkemini göstermiyor mu küçük adam?


komünün üyelerinin kaldığı otel bombalandıktan sonra işin ciddi tehlike barındırdığını anlayan komünün sorumlusu ma anand sheela silahlanma kararı alır. yağmurlu havada yanına şemsiye almak gibi bir şey bu. yani etki tepki sonucu gelişen bir durumdur. belki de çok düşük ihtimalken ormandan gelebilecek yabani hayvanlar tarafından saldırıya maruz kalmak, lakin buna rağmen senin atalarının duvarında tüfek bulunmuyor muydu küçük adam?

yeni bir şey icat etmişler gibi şaşkınlık içerisinde olmanı anlayamıyorum. ya da şöyle, karşında isa mesih yok zorbalığına karşı diğer yüzünü çevirsin.


osho’nun ülkeyi terk etmesinden sonra komünü hristiyan bir örgüt kullanmaya başlar ve adını young life diye değiştirir. antelope sakinleri artık huzurludurlar çünkü orada artık seks yoktur. 


kimsenin mülküne saldırmadılar, kimseyi mağdur etmediler, kimseyi rahatsız etmediler. yasal olmayan hiçbir şey yapmadılar. ithamlar ve ihtimaller üzerinden bir iddianame oluşturup yargıladılar. ve mahkemeye çıkarmak için türlü yıpratıcı yollara maruz bıraktılar osho’yu.


iç meseleye gelirsek; osho’ya en yakın kişi olan sheela, bu otoritesini yitirdiğini hissettiği yerde o da içeriden komüne zarar veren eylemlere girişti.

osho’nun üstadlar gününde ölme isteğini yerine getirecek doktoru zehirlediler. belgeselde göze en çok çarpan kısa boylu, beyaz saçlı, sheela ile beraber komünü terk eden o kadın belli ki itirafçı olmuş, yalan beyanlarda bulunduğu da çok açık. üstelik doktoru da zehirleyen o. osho’nun uyuşturucu türü şeyler kullandığından bahseden o.


ve bunlardan osho’nun haberi yok. haberinin olmaması kabahat değil. çünkü lideriniz değilim diyor. yani osho sadece kendinden sorumlu ve sadece kendinden sorumlu olmanın verdiği salt özgürlüğü yaşıyor. oysa onu terk eden sheela’nın günümüzde bir yaşlı bakımevi açmış olması ruh durumunun yansımasını göstermektedir. 

yani kimin özgürlüğü keşfettiğini buradan da okuyabiliriz.


son olarak ve tüm küçük adamların dilinde olan nesne fetişine gelirsek, durumu bizatihi osho’nun kendisinden dinleyelim;


‘dünyadaki herkesin lüks içinde yaşamasını istiyorum. böylece insanlar lüksten sıkılacaktır. sormalısınız bana rolls royces’larınızdan sıkıldınız mı?


90 tane rolls royces kim olsa sıkılırdı. ve insanlarım bu sayıyı 365’e çekmeye çalışıyor. beni sıkmak için ellerinden geleni yapıyorlar. ne yapabilirsin? bütün dünya ilk defa çok lüks yaşayabilir. öyle ki hiçbir maddeye ihtiyaç duymaz, maddeye ihtiyaç tamamen karşılanmıştır. bundan sonra ne yapılabilir?

artık başka bir şey kalmamıştır, meditasyondan başka. hala açık kalan tek kapı o’dur artık. çaldığınız diğer kapılarda bir şey kalmadığını göreceksinizdir. yalnızca tek bir kapı hala açıktır ve sizi davet ediyordur.’’


 ve


‘’ rüyamı size bırakıyorum’’


vasiyetini yaşamsallaştırmak ve onu ruhumun tüm çıkmaz sokaklarında bayraklaştırana dek sonsuz sevgimin içinde yaşatacağım yegane kişi bhagwan shree rajneesh. osho!



‘anlamak, yaşamak için başlangıçtır’. yaşamaya başlamak isteyen bütün küçük adamlar Osho'nun aşramda buluşmalı.





Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Freud-Anna-Melanie Klein Savunması

Vasıf Öngören - Asiye Nasıl Kurtulur ?

Jose Saramago - İsaya Göre İncil