Karartının Gölgesindeki Şeffaflık


Köşe başlarını seçen Dostoyevski'nin ruh hali içerisindeyim.

Odanın en köşesi, otobüsün, sokağın en dibindeyim. Dündendir değil yıllardır böylesin diyor içimdeki Öteki. Barok ahengiyle dolu bir binanın önünden geçiyorum, yetmişlerden kalma bir çatı katına doğru.
Cebimde Balzac’ın tanrı katına dek uzayan betimlemeleri, kulağımda sürgün serencamı Shams ezgisi. Elimde roka, mantar, baharatlar…
İçimde kurduğum Engizisyon yanlışlarımı cezalandırıp duruyor.
Yarınım Tarkovski'nin herhangi bir filminin  çekimi gibi gözümün önünde beliriyor. Yavaş, yavaş, ve daha yavaş.
Herkese ruhumun bahçesini açmaktan ve herkese zaman harcamaktan yorul artık diyorum kendime. Yorul ki içindeki kum saati dursun.
Dursun yeniden çevirebilmek için.Yeniden başlayabilmek için güne.
Vurgusu kayan şiirler oku, Proust'tan saatlik paragraflar, sonra hepsini yumak yapıp genzine sıkıştır. Nefessiz kal divana uzanıp, içindeki Ötekinin hastası ol.
O seni dinlerken, sen onu etkide bırak. Onun suskunluğu üzerinden çocukluğuna in.

Çocukluğunun sokaklarında ilerle ilerle ilerle. Murathan Mungan’ın baharat sokaklarındaki Çador öyküsüne dal. Akhbar’la tanış. Onu dinle ve ona kulak ver.



‘’Eskiden yüksek duvarların ardındaki gözden uzak alanlara kurulan mezbahalar, artık herkesin görebileceği açık alanlara, meydanlara kurulmuştu. Bir panayır havasında hayvanlar ortalık yerde boğazlanıyor, debelene debelene can veren hayvanlarla ölüm sıradanlaştırılıyor, kan meşrulaştırılıyordu. İdamların halkın toplandığı geniş meydanlarda infaz edilmesi de gösterinin tamamlayıcı bir parçası haline gelmişti. Böylelikle, suç ve ceza, herkesin bir kerede anlayabileceği biçimde tiyatrolaştırılmış oluyordu. Ölümün görüntüleri her zaman kesindir; yanlış anlamalara izin vermeyecek ölçüde kesin. Ölümün her an bir olasılık olması , görünmeyenin en büyük iktidarıydı. Öyle oluyordu.


Evet Akhbar evet. Ölüm sıradanlaşıyor. Bunu hayvanlarla gösteri haline getirdik. Şimdi şehrin her sokağında bulunan sakatat dükkanlarının önü kan deryası, çengele ayaklarından asılı bedenler, tezgahta ağzından salyası akmış, derisi yüzülmüş kafalar, koca leğen içinde bağırsaklar… her biri ayrı ayrı teşhir edilmekte ve ticari görkeme kavuşmaktadır. Elindeki tütünüyle, sararmış kırçıl bıyığıyla yaşlı adam sırada beklemekte, onun arkasında başı örtülü bir kadın, kadının kızı yaşında sarışın bir kadın…

Sahi Akhbar, bir evin de yok, yıkmışlar, bu şehirde, simsiyah giyinen bunca kadının içinde eşini nasıl ayırt edeceksin? Sadece gözlerinden onu nasıl bulacaksın?


Akhbar;
‘Yurtdışındayken tanıştığı bir kadının, o zamanlar kendisi için fazla bir şey ifade etmeyen sözlerini hatırlıyor birden. Kadın siyasi sürgündü ve Akhbar, kadının fazladan öfkesini buna yormuştu. ‘’Burkaya giden yolu çador açar‘’ demişti kadın. ‘Çador, annelerimizin, ninelerimizin geleneksel ve masum başörtüsü değildir yalnızca. Kafalarımızdaki köprüdür. Örtünmek bir ahlak haline getirildiğinde, arkası mutlaka gelir; karara karara gelir. Örtünmenin sonu yoktur. Kadınlar kefene kadar örtünmek zorunda kalırlar.’’
Kadının boğuk ve yakıcı sesi kalmış aklında. Konuşmaktan çok, şiir okuduğunda, ya da şarkı söylediğinde hüznünü ele verecek baharatsı bir ses şimdi hatırladığı.
Buradaki kadınlarsa, bedensiz kalmış ruhlar gibi saklandıkları karanlık örtünün altında dünyayı azaltmış, yoksullaştırmış, boşaltmışlardı.



Yıkıntıların arasında hala baharat kokuyordu sokaklar. Ama insan bulmak güçtü. Çünkü Akhbar’ın şehri sadece toza toprağa karışmamış, hayallerine de veda etmişti. Ne kadın erkeği hayal edebilir, ne de erkek bir kadını zihninde canlandırabilirdi. Çünkü yüzlerce insan, bir karartıya dönüşmüştü. Öyle değil mi Akhbar?

‘’Burkalarının altında yalnızca kadınlar kaybolmuyor. Erkeklerin bütün hayal güçleri, imgelemleri de tükeniyor. Kadınların yüzü bomboş bir çöle dönüşüyor  ve bu çöl, kadının bir serap olarak bile görülmesine izin vermiyor. Kadını kendinden yapılma bir çölde, kendi çölünü bekleyen bir çadıra dönüştürüyorlar. Kadınların bütün imgesi kapatıldıkları çadırların içinde çürüyor. Dünyadan boşalmış kadınlarla birlikte, erkeğin gözleri siliniyor, zihninde kaybolmaya başlayan kadın imgesiyle birlikte geçmiş yok oluyor, gelecek ümitsizleşiyor, bellek ve hayal gücü bulanıyor.’’

Akhbar'ın tozlu dünyasından sıyrılıp evine çık. Çatı katında büyük hayaller kur. Gök gibi geniş, uçarı hayaller. Hayallerine insanları alma. Çünkü çok insan ruhunda burka taşır, Hayale yer bırakmaz!












Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Freud-Anna-Melanie Klein Savunması

Vasıf Öngören - Asiye Nasıl Kurtulur ?

Jose Saramago - İsaya Göre İncil