Zeki Demirkubuz'un Filmleri
bazen bir an gelir ya ‘ inancınız en yoğun halini’ yaşar, baktığınız, düşündüğünüz şeyin size verdiği heyecandan dolayı…
demirkubuz ile tanışmam, kendisi ile muhabbet kurmam, ilerleyen arkadaşlığımız bugün itibariyle bir sonuca evrildi.
kendisinin bütün filmlerini, kendisinin bütün söyleyişilerini izledim. kendi tarihimde buna benzer bir arzuya kapıldığım olmamıştı.
izledikçe ilerleme bir zorunluluk haline gelmeye başladı. ızledikçe zorunluluk beni beslemeye başladı. daha gerçek, daha hakiki olan tarafımı yeniden diriltmeye güç getirebildim.
çünkü anlattığı şeyler burjuva dünyanın yarattığı şehrin gecekonduları ve oradan şehre yayılan dramlar üçüncü sayfa yazgılarıydı.
yaşadığın yerleri anlatan biri var ve bunu yaparken fetişist davranmıyor, abartmıyor. eksik anlatıldı hissi de vermiyor. bekir mahalleden bir arkadaşınmış gibi, ustabaşı cemal senin ustabaşınmış gibi.
kapıcı haled ile bağ kurabiliyorsun,çünkü 16 numaradaki kadını sende arzuluyorsun. bekir’in eczane için çıkıp kars’ta gözünü açmasına ‘yok artık’ diyorsun ama sonra aşka olan inancı anlamaya başlıyorsun.
demirkubuz’u başka yönetmenlerle kıyas etmenin düstursuzluğuna düşmeyeceğim. çünkü benim için, beni böyle derinden etkileyen başka birine bu şansı vermeme gerek kalmıyor.
minimalist sahneler, ifadelere odaklanma, karakterlerin verdiği duygu gerçekçi. örneğin bulantı filmini açarken daha başında demirkubuz’u görünce tereddüt ettim, korkmaya başladım. korktuğum şeyin olacağına inancım tam idi ama film bitince, ağlayan kişinin demirkubuz değil ahmet olduğuna zihnim ikna olmuştu. o zaman korku, tereddüte dair bir şey kalmamıştı.
her filmin arka planında çalan şarkılar ve türkülerle zaten bir panorama içerisine giriyor insan, açılan kapılar ve beraberinde gelişen şaşkınlıklar tam da oturduğunuz mahalleye objektifi çeviriyor
bir çok filmde benzer kişileri görüyoruz. şu an ünlü olduklarını bildiğimiz bir çoğu o zaman henüz tanınmış değildir.
örneğin ezel dizisinde tuncel kurtiz’in gençliğini oynayan ufuk bayraktar’ı keşfeden demirkubuz’dur.
bekleme odası filminde başrol oyuncusunun evine hırsız girer. başrol ahmet hırsızın farkına varır ve silahı alır, onu durdurur. bir şey yapmaz hırsızın gitmesine izin verir. ahmet bir yönetmendir ve film çekmektedir. ilerleyen sahnelerde aradığı erkeğin o hırsız olacağını düşünür ve onu bulmaya gider, o hırsız bir kahveye takılmaktadır. onu ikna eder ve film çekimleri yapmaya başlar.
gerçek hikayede de ufuk bayraktar firuzağa’da bir kahvede garsonluk yaparken keşfedilir.
kıskanmak filminde en çirkini oynayan nergis öztürk’ü anmadan geçemeyeceğim. içime işleyen bir dönem üslubu ve beraberinde gemi sahnesindeki fötr şapkası ile kendisi arasında bir bağ kurdum.
demirkubuz’un kolektif bir yönetmen olduğunu filmlerini izleyince anlıyorsunuz. en anlamsız sahnelerde dahi onun ruhunu anlamanız mümkündür yeter ki önyargısız, nötr bir biçimde karşısına oturun.
demirkubuz, düşünü kurduğumuz dünyanın insanıdır. etik değerlerin, saygının, insan sevgisinin, özgürlük sınırlarının olduğu gerçek dünyanın yönetmenidir. ihanetin, `insanın yitirdiği değerinin ardından girdiği karanlık tünele kamerayı tutan yönetmendir`.
ne şaşaalı görüntülerle olmayanı oldurma derdinde, ne de olanı farklı gösterme çabasındadır.
bir çok filminde kendisinin görülmesi de göze batan bir şey olarak gelmemektedir. çünkü görüntü değil, önplanda olan duygudur …
şunu diyor’ ben çektiğim filmlerden sonra hiçbir oyuncuma televizyonlardaki talk şov vs programlarına gidip film tanıtımına katkı sunmalarını isteyemem’
böyle incelikli noktalara sahip kişilerin bu ülkede olması gereken talebi görmediğini biliyoruz.
şu zamanda talep için ifşa olmanız, cilalanmanız da gerekmektedir.
parıldamanız kitleleri uyuşturmaya başlayacaktır.demirkubuz’un böyle bir karakteri yoktur, ajandalara ihtiyaç duymayan biridir.
ortalarına kadar sıkılarak izlediğim filmi c blok ve kıskanmak idi, kendi yaşamıma da benzettiğim noktalarıyla beraber en beğendiğim filmi ise bekleme odası idi.
kendisiyle bu boyutta tanışmak eşsiz bir şey.
bulantı
film çocuğun piyano sesi eşliğinde vedalaşma ile başlar, veda yasa döner, yasın gözyaşları en son hizmetçinin ayaklarına doğru bulantıya dönüşür.
genç werther’i duyarız sınıfın boşluğunda, karanlıkta çalan telefonları, beşiktaş tutkusunu, bina koridorunda tutkulu öpüşleri, sonra öpüşlerin sonuca evrilmemesinden doğan ayrılığı, ayrılanın mesajıyla duran asansörü, sonra yeni başlangıcı, yeni başlangıçla beraber yeni ihaneti.
eşi profesör ahmet’in soğuk karanlık dünyasından bunalan neriman çocuğuyla beraber bir müddet şehir dışına çıkmaya karar verir. yolda kaza geçirdiği esnada ahmet eşinin uzandığı kanepede aslı ile birliktedir.
onca çalan telefona bakmaz, baktıktan sonra da umursamaz. neriman ve çocuk ölmüştür.
ahmet’in bu duygusuz tavırlarına bir müddet sonra aslı da dayanamaz new york’a taşınır. ayrılık mesajını oradan gönderir.
ahmet aylak aylak yaşamaya devam ederken, ders verdiği özge adındaki öğrenci ile restaurantta karşılaşır. özge hoşlandığını belirtir bir üslupla konuşmaktadır, ahmet de bunun verdiği rahatlıkla kendisini gece arayacaktır.
birlikte oldukları akşam özge’nin sevgilisi tarafından basılırlar.
ahmet bu girdiği kuyudan, eşine yaptığı şeyden en sonunda rahatsız olacaktır.
yazgı
ah musa ne oyunculuk öyle. annesi ölmüş ama tek damla kan tutmayan yüze sahip oyunculuk portresi. duyarsızlığın filmi midir? duyarsızlığı yaratanların filmi midir?
bir sabah annesinin öldüğünü öğrenen musa, ölüm sonrası ne yapacağını dahi bilemez, hoş üzülen bir tarafı da yoktur. çalıştığı iş yerinden bilgi almaya çalışır, ölen biri için ne yapılır diye.
hayat onun için anlamsız bir yazgıdan ibarettir. evlenir ama onun için fark eden bir durum olmamıştır.
üzerine cinayetler yığılmıştır ama yine de kendini savunma derdine düşmemiştir. yazgı onun hayatını çembere almıştır.bir sinemada başlayan yabancılaşma, annesinin ölmesinden sevinç duydu diye başkası tarafından yapılmış cinayetlere sebebiyet oluşturması sonrası dört yıl boyunca hapiste kalır ta ki cinayeti gerçekleştiren patronun itirafı olana dek.
musa’nın dört yıl sonra gelen itiraftan dolayı çıkmak üzere iken savcı ile karşılıklı diyalogu hukuk ve din ayrımı açısından sinema estetiği örneğidir.
insan ruhu ya bu kadar boş ise?
kor
işsizlikten dolayı şansını yurtdışında denemek için eşini ve çocuğunu bırakıp giden cemal ve emine’nin evliliğindeki dram, ve emine’nin eski işvereni üçgeninde ilerleyen bir film.
ziya tekstil atölyesinin sahibidir. ustabaşı cemal ile emine orada tanışıp evlenirler. çocuk sahibi olurlar. lakin patron ziya da emine’ye aşıktır. cemal bunu sezer, emine’nin işten ayrılmasına karar verir. emine karşı gelmez, sorgulamaz da.
emine’ye aşık olan ziya evli çocuklu biridir. iyi aile babası rolünü oynar.
cemal de ziya’nın yanından ayrılıp yurtdışına gider, cemal’in yurtdışında olmasından dolayı maddi zorluklar yaşayan emine el işlerine başlar, satabileceği tek yer de ziya’nın atölyesidir. orada, uzun yıllar sonra denk gelirler. sadece selamlaşırlar.
bir sonraki görüşme emine’nin çocuğunun vücudunda çıkan bir hastalık nedeniyle paraya olan ihtiyaçtır. ziya bu parayı koşulsuz verecektir. bu borçtan dolayı emine’ye yanaşma gibi bir şeyi filmde sezmiyoruz çünkü ona aşık olduğu hissine kapılmış oluyoruz. aşık olan kişi neler yapmaz ki?
sonra birkaç buluşma daha gerçekleşince ziya ona aşık olduğunu, cemal’in kendisini işten çıkarmasının asıl nedeni bu olduğunu anlatır. kocası olmasına rağmen bu sevilme isteği emine’nin ruhunu okşar. çünkü cemal ataerkil düzenin bir ürünüdür. ilk defa yaptığı iltifatta karşılık göremediği için emine’yi tokatlayacak kadar canidir. oysa ziya kadının ruhundan anlamış gibi durmaktadır.
cemal yurtdışından döner ve kor düşmeye başlar tekrar yüreklere.
emine başkasına gitti diye evlenmek zorunda kalmış ziya, cemal gelmez deyip aşık olmadığı ziya ile olmuş emine. aşık olan ziya’ya rağmen emine’yi evliliğine almış cemal. suç nerede, suç kimde?
itiraf
isminden anlaşılacağı üzere film sırf bir itiraf olsun diye kafayı sıyıran bir herifin iç dünyasını anlatıyor. iş gezisinden erken dönen harun, nilgün’ün kendisini aldattığı şüphesine maruz kalır. o şüpheyi dile getirmek, itiraf etmek bir dert iken, o itirafın gerçek olmasının korkusu bambaşka bir ruh haline sokar onu. günlerce yüzleşir önce kendini ikna eder akabinde nilgün’ü sorguya çeker. lakin nilgün kendisine herhangi bir itirafta bulunmaz. harun delirip küfürler savurur, dayanamaz onu kiminle aldattığının peşine düşer ve otel odalarında biriyle buluştuğuna inanır.
geçimsizlik, şiddete dönüşür. şiddet ayrılmaya döner lakin şöyle bir ince nokta vardır ki nilgün onu aldattığı kişiye gidebilmek için ondan haber beklemektedir.
diğer erkek evlidir, çocukları vardır. henüz onları terk etme kararı verebilmiş değildir.
bundan dolayı küfürlere, şiddete karşı çekip gidebilmek için o dayanağın olmasını beklemektedir.
ne zaman o telefon gelir işte nilgün’ün gidişi başlar.
nilgün gider, harun sefil bir hayatın içinde çaresiz bir evliliğin yokoluşunun kahramanı olarak bileklerinden asar kendini ölümün tavanlarına.
lakin ölmez, sağ kalır ama hesabı yoktur artık kimseyle. toparlayınca da işine döner.
çalıştığı şirket onu doğuya yapılacak bir barajın başına göreve gönderme teklifinde bulunur. hazırlanma haftasında nilgün’ün diğer erkekten ayrıldığını öğrenir.
diğer erkek nilgün’le beraber olduktan sonra kızının intihar ettiğini öğrenir, bunun müsebbi olarak da nilgün’ü görür. nilgün’den ayrılır. nilgün de ondan altı aylık hamiledir.
şehrin bir gecekondusunda ev tutar, gündelik işlerde çalışır karnı burnunda haliyle.
harun onu görmeye gider, uzaktan bakar, sonra cesaret eder ve çıkar karşısına.
yaşattığını yaşamadan ölmez mi insan?
çünkü nilgün harun’un dostunun sevgilisidir. ondan gizli sevgili olmuşlardır.
başak köklükaya’nın oyunculuğu izlenmeye değerdir.
üçüncü sayfa
gazetelerin ilgi görmeyen sayfalarının, televizyon haberlerinin sırası gelmeyen olaylarının filmi gibi bir şey.
film setlerinde figüranlık yapan isa’nın tek hayali bir zaman başrol oyuncusu olabilmektir. figüranlık kazandırmasa da içindeki aşktan dolayı buna tutunmaktadır. maddi zorluktan dolayı kiraları birikince ev sahibi ile arası açılır. gün gelir kendini tutamaz olur, kapısının önünde onu öldürür.
lakin bu ölüm onu da bayıltır.
bu sırada kapı komşusu olan hizmetçilik yaparak para kazanan meryem, ev sahibinin evindedir, silah sesinden korkup saklanır, sesler kesilince de olduğu yerden çıkar gelir görür ki kapı komşusudur. nefes aldığını anlar ve onu, silahla beraber evine kadar indirir.
sonra arkadaşlıkları gelişir. çok zaman geçmeden de meryem’in şehir dışındaki kocası gelir. işsiz kalmıştır. kahvehanelerde aylaklık etmektedir yine. her kahve dönüşü sonrası eşine dayak atmakta ona tecavüze yeltenmektedir. isa da figüranlık işlerine gidip gelmektedir. yan taraftaki olaylara şahittir ve canı acımaktadır çünkü meryem’e aşık olmuştur. bunu en son ona söyleyecektir.
yalnız bu istek ona şartla dönecektir.
kocamı öldür diye.
bu arada ev sahibinin oğlu ortaya çıkmıştır. artık kira işlerine o bakacaktır. cinayet soruşturmasından katil bulunamamıştır.
isa, meryem’in kocasını öldürmeye, onu gölge gibi takip etmeye başlar ama bunu beceremez. bu esnada takıldığı kahvede oyun esnasında rakibiyle kavgaya tutuşan meryem’in kocası, bıçaklanır ve ölür.
İsa meryem’in ona kaldığına sevinecektir.
bir gün prodüksiyon şirketinden dönerken Meryem’in evi terk ettiğini görür, evde kimse kalmamıştır.
çok zaman geçmeden de ev sahibinin oğlu İsa’dan evi boşaltmasını ister, akrabalarının gelip yerleşeceğini söyler.
İsa mühlet ister. böyle bir zaman içinde çarşıda gezerken görür her şeyi. meryem ev sahibinin oğluyla beraberdir.
her şey en başından planlanmıştır meğerse.
meryem’le yüzleşirken anlar bunu.
ve sonra silah patlar.
kimin yüzüne doğru?
bekleme odası
yönetmen olan ahmet, f.m.dostoyevski’nin hayatını çekmeye çalışmaktadır. bu esnada uygun oyuncular arayışındadır. ve defalarca da senaryo değişikliğine gitmektedir. sevgilisi serap onun bu yoğun dünyasına ayak uyduramayıp onu terk etmiştir. günler durgun bir şekilde geçmektedir. gece yarısı bir ses duyar, bakar hırsız evine tırmanmaktadır.
elindeki silahı ona doğrultur ama sıkamaz. gitmesine izin verir. onun asistanı gibi yanında duran elif ile film hakkında konuşmaktadır. elif onu eşsiz biri olarak görmektedir. figüran oyuncularla elif ilgilenmekte olan elif üniversite öğrencisidir. ahmet raskolnikov için aklına gelen hırsızın peşine düşer. emniyette hırsızlık listesinden onu bulur.bir kahvehanede garsonluk yaptığını öğrenir.
hırsız olan ferit, oyuncu olma teklifine şaşırır, ahmet numarasını bırakır, kararını değişirse aramasını ister. sonra ferit denemeler için onu arayacaktır. ama birkaç deneme sonrası bir gün ahmet, ferit’in hapse düştüğünü öğrenir.
ahmet abi diye hitap ettiği yönetmenle beraber olan elif de serap gibi onun soğuk tavırlarına karşı gözyaşı döker. eşsizliği hayal kırıklığına dönüştürür.
huysuzlanır ve bu halinden dolayı ortalıklardan kaybolur. onun kayboluşundan sonra sevgilisi kerem ahmete gelir, hem onu ikaz eder, hem de ona içini döker.
ahmet elif’ten uzaklaşır. elif kerem’e dönmüştür. ahmet de projeden vazgeçmiştir.
ama bir sabah kapı çalar evvelden çekim için haber verilen bir kadın kapıda belirir. kendisinin arandığını çekip için geldiğini söyler. ahmet projeden vazgeçildiğini, haber edilmediği için özür diler. kadın merdivenlerden inerken ahmet kendisini çaya davet eder.
sonrası birbirini anlayan iki insanla beraber raskolnikov senaryosunun yazılabileceğini görürürüz.
tabii sevişmenin de senaryosu yazılacaktır.
o hırsız kimdir?
c blok
kağıt üstündeki evliliğin sancısını dışarıda bilmedik yerlere kendini atarak geçirmeye çalışan öfke içindeki tülay’ın apartman kapıcısının oğlu haled ile evinin hizmetçisi kızı beraber kendi yatağında sevişirken yakalamasıyla hepten sinirlenir, delirir ve hiç bilmediği kişiler tarafından tecavüz edilmeye tepki göstermeyecek kadar delirecek noktaya gelir.
tülay’ı görmek için hizmetçiyle beraberdir aslında kapıcının oğlu ama tülay bunun farkına çok geç varmıştır.
haled koşarak gelir onu tecavüzcülerden kurtarır. ilk sarılışı burada olur. haled onu belinden sarar. bu, tülaya yasak olanın heyecanını vermiştir. bir akşam eve giderken , kapıcı dairesine doğru iner, dairenin kapısı yoktur, perdeyi kaldırır, dalar içeri, haled, kanepede oturmaktadır. sonra sevişirler.
yüzünde öfkeden başka bir şey olmayan tülay o sabah hiç muhatap olmadığı hizmetçi ile muhabbet etmeye çalışır, yüzü güler, sevinç içindedir. sevişerek, içindeki ölü yaşamı atmıştır. tıpkı freud’un libidinal terimini doğrularcasına yeniden doğmuştur.
onun kendisini aldattığını öğrenen kocası da intikam alırcasına onu hizmetçiyle aldatmış ve görmesi için odada onu beklemişlerdir.
sonrası dağılan aile, aşkından dolayı akıl hastanesine düşen haled, ve bir karanlık filmin sonu daha.
yer yer istanbul boğazını gösteren kareler ülkenin geldiği nokta açısından üzüntü verici.
yemyeşil alan adeta sihirli değnekle betona dönmüş.
kıskanmak
bir ülkede çirkinliğin filmini yapmışlar, çirkin olan kadın en güzel olana dönüşmüş.
seniha çirkinliğinden dolayı kimseden ilgi görmez, mecburen beğenmediği biriyle sevişir. onu sevmeye çalışır lakin abisi halit yüzünden ayrılık kapısını çalar. beraber olduğu kişinin askerlik sorunu vardır halit tarafından şikayet edilir ve seniha yalnız kalır yine yeniden. uzun yıllar bir başına kalmanın zorluklarını yaşar. ve alışmaya başlar bu hayata.
akabinde iş gereği halit’in tayini zonguldak’a çıkar. burada eşi mükerrem ve kardeşi seniha ile yaşamaya başlarlar. birkaç ay sonra şehirde yapılacak bir şölene davet edilişleriyle beraber her şey değişmeye başlar. önde gelen ailelerden birinin şehvetine düşkün oğlu olan nüzhet bu şölende mükerrem’e tutulur hatta şölende herkes filme odaklanmış iken o mükerrem’in ensesinden ruhunu almaya çalışır. hoş başarılı olacak ki bu zaman içinde buluşmalara dönüşür, buluşmalar sevişmelere, sevişmeler, aşağılanmalara…bir sahne var ki beni seniha’ya aşık ettirmiştir. nüzhet’in annesi seniha’yı aciliyet içerisinde eve çağırmaktadır. çocuğunun bu halet-i ruhiyesine bir son verilmesini, mükerrem’in ayağını denk almasını ister seniha’dan, bu esnada da masada duran şeker kasesini uzatır, kasenin bir ülkeden, şekerlerin başka ülkeden geldiğini söyler. seniha konuya vakıf olmak istediğini, şeker istemediğini söyler. kadın mükerrem’e ikaz yapılmasını yoksa bir hafta içerisinde bir düzelme olmazsa kendisinin devreye gireceğini söyleyip odadan çıkar, seniha odada bir başına kalmıştır tam çıkacakken masadaki kaseyi kaldırır, şöyle inceler ardından elinden bırakır paramparça olur ‘ ay elimden kaydı’ diyerek ve çıkar gider.
odasında 1930 yılının soğuğunda dostoyevski’den suç ve ceza okuyan seniha hepsinin farkındadır ama zamanını beklemiştir.
adeta mükerrem’in suçunu da abisinin cezasını da bir dosyada toplayacaktır. abisini haberdar edecektir ve abisi gidip nüzhet’i öldürecektir. akabinde halit cezaevine düşer, mükerrem kötü iz bırakan anılarıyla beraber istanbula göçer, çirkini oynayan seniha ise sınavlara girer, öğretmen olur. durumu iyidir. intikamını almıştır ama artık kin gütmemektedir. abisinin avukatı aracılığıyla ona mektuplar göndermekte, ihtiyaçlarını karşılamaktadır. abisinin çıkmasını avukatla beraber karşılayacaktır. yıllar sonra halit karşısına çıkar, seniha eğilir elini öpmek için, halit tüm öfkesiyle yüzüne tükürür ve gider.
ayrıca nergis öztürk’ün harika bir oyunculuk dersi verdiğini söyleyebilirim.
masumiyet / kader
ne derya alabora’nın vildan atasever’den, ne haluk bilginer’in ufuk bayraktar’dan daha iyi olduğunu söyleyebileceğimiz bir devam film serisidir. iki filmin karakterleri de dönem itibarıyla yönetmenin istediklerini yapmaktadırlar. iki bekir arasındaki fark ile iki uğur arasındaki fark belirgin değildir, ha birinci bekir daha iyi ‘orrruspusun’ diyordu onu teslim etmek gerek(haluk bilginer) :)
aşk, karasevda ve ihtirasın filmi. sevdiğin kişi için her şeyi çekmenin acısını iliklerine değin hissettiğin bir film. hem bekir’in gözünden, hem de zagor’u seven uğur’un gözünden anlatıyor. müebbet yiyen sevgilisi zagor için avukat tutmak için borç alan, borcunu ödemek için isterse oruspu olacağını söyleyen uğur’un, uğur’a aşık olan bekir’in nerede masumiyete eriştiğini bilemeyeceğiniz hikayesi şehir şehir sizi dolaştıracak. elindeki eczane reçetesi ile nöbetçi yer arayan bekir o an kafasına eser, uğur’un kars’ta olduğunu öğrenip basıp gider.
pavyon, otel köşeleri, hapishane filmin her yanında gerçek olanın kokusunu alırsınız… sonra aralarına yusuf karışır. yusuf hapishaneden yeni çıkmıştır. dışarıda tanıdığı kimse yoktur. bir şekilde yolu bekir’le kesişir ve dost olurlar. bekir saf sevgisinin acısıyla dayanamaz uğur’un vurdumduymaz davranışlarına bir sabah kafasına sıkar. bekir ölünce de uğur’a aşık olduğunu ilan eden biri çıkacaktır.
uğur’a abla diyen yusuf…bundan sonra bekir’in yerini yusuf alacaktır.
’ birden durup dururken içim cız etti.bi baktım gene aynı karın ağrısı. öyle özlemişim ki seni…’’ dedi bekir.
uğur üzerindeki örme hırka ile gözyaşlarını silmektedir.
masumiyet ve kader her insan canlısının yaşamadan ölmeyeceği bir çeşit hikayedir.!
yeraltı
izlediğim ilk zeki demirkubuz filmiydi. arkadaşlarıyla derdi olan bir adamın hikayesinin teknik açıdan bir şölene dönüşeceğini beklemiyordum. muharrem, ödül alan yazar arkadaşı cevat’ın kutlama yemeğine zoraki olarak kendini davet ettirmek için çabalayacaktır.
arkadaşları tarafından pek sevilmeyen bir karakter olan muharrem hesaplar, planlar yapar. içer, fahişe ile sevişir, şehrin lağım kokan tünellerinde gezinir. gece yarısı kalkar pencerenin birine cam atar, hizmetçisi türkan’ın uluyan kocasının taklidini yapar, boşluğa doğru ulumaktadır.
yerin altından yukarıya doğru adım adım ilerleyecektir tek eksik olan şey o yemek masasına bir an önce oturabilmektir. ondan sonra muharrem başka birine dönüşecektir. içindekini kusmak zorundadır.
‘`sevgili generalim cevat bey ve kadirşinas yalakaları`’ tiradıyla adeta masada yüzler donup kalacaktır. çünkü kralın çıplak olduğu ortaya çıkmıştır. muharrem yalanı gizlemeden ayan beyan suratlarına yalanlarını söylemiştir.
demirkubuz’un bekleme odası filmindeki raskolnikov denemesi sanki burada muharrem’e dönüşmektedir. raskolnikov konuşmaktadır. suçu ve suça sürükleyenleri, ceza ve cezanın kılıflarını gösteriş budalası insanları, asıl hırsızları anlatmaktadır.
masadaki ‘ yalakaların’ kimlere benzediğini bilmiyor muyuz ? herkesin hayatına böyle gruplar dahil olmamış mıdır? iş yerinde, sokakta, üniversitede veya başka yerlerde. yok mu etrafınızda bir amaç doğrultusunda tüm değerlerini ansızın yok sayacak birileri?
başkasının romanını çalan yazarlar, aslında gösterdiği kişiliğin tersine bir amacı olan çok bilindik yazarlar tanıdım. işte yeraltından gelen bu ses onların ifşasıdır bir nevi.
çatlaklarından su sızan yalakaları, generalleri de kurtaramaz.
er ya da geç ortaya çıkmak gibi bir huyu vardı değil mi gerçeğin?
muharrem’e can veren engin günaydın kusursuz bir yeraltından gelen kişi portresi çiziyor.
demirkubuz ile tanışmam, kendisi ile muhabbet kurmam, ilerleyen arkadaşlığımız bugün itibariyle bir sonuca evrildi.
kendisinin bütün filmlerini, kendisinin bütün söyleyişilerini izledim. kendi tarihimde buna benzer bir arzuya kapıldığım olmamıştı.
izledikçe ilerleme bir zorunluluk haline gelmeye başladı. ızledikçe zorunluluk beni beslemeye başladı. daha gerçek, daha hakiki olan tarafımı yeniden diriltmeye güç getirebildim.
çünkü anlattığı şeyler burjuva dünyanın yarattığı şehrin gecekonduları ve oradan şehre yayılan dramlar üçüncü sayfa yazgılarıydı.
yaşadığın yerleri anlatan biri var ve bunu yaparken fetişist davranmıyor, abartmıyor. eksik anlatıldı hissi de vermiyor. bekir mahalleden bir arkadaşınmış gibi, ustabaşı cemal senin ustabaşınmış gibi.
kapıcı haled ile bağ kurabiliyorsun,çünkü 16 numaradaki kadını sende arzuluyorsun. bekir’in eczane için çıkıp kars’ta gözünü açmasına ‘yok artık’ diyorsun ama sonra aşka olan inancı anlamaya başlıyorsun.
demirkubuz’u başka yönetmenlerle kıyas etmenin düstursuzluğuna düşmeyeceğim. çünkü benim için, beni böyle derinden etkileyen başka birine bu şansı vermeme gerek kalmıyor.
minimalist sahneler, ifadelere odaklanma, karakterlerin verdiği duygu gerçekçi. örneğin bulantı filmini açarken daha başında demirkubuz’u görünce tereddüt ettim, korkmaya başladım. korktuğum şeyin olacağına inancım tam idi ama film bitince, ağlayan kişinin demirkubuz değil ahmet olduğuna zihnim ikna olmuştu. o zaman korku, tereddüte dair bir şey kalmamıştı.
her filmin arka planında çalan şarkılar ve türkülerle zaten bir panorama içerisine giriyor insan, açılan kapılar ve beraberinde gelişen şaşkınlıklar tam da oturduğunuz mahalleye objektifi çeviriyor
bir çok filmde benzer kişileri görüyoruz. şu an ünlü olduklarını bildiğimiz bir çoğu o zaman henüz tanınmış değildir.
örneğin ezel dizisinde tuncel kurtiz’in gençliğini oynayan ufuk bayraktar’ı keşfeden demirkubuz’dur.
bekleme odası filminde başrol oyuncusunun evine hırsız girer. başrol ahmet hırsızın farkına varır ve silahı alır, onu durdurur. bir şey yapmaz hırsızın gitmesine izin verir. ahmet bir yönetmendir ve film çekmektedir. ilerleyen sahnelerde aradığı erkeğin o hırsız olacağını düşünür ve onu bulmaya gider, o hırsız bir kahveye takılmaktadır. onu ikna eder ve film çekimleri yapmaya başlar.
gerçek hikayede de ufuk bayraktar firuzağa’da bir kahvede garsonluk yaparken keşfedilir.
kıskanmak filminde en çirkini oynayan nergis öztürk’ü anmadan geçemeyeceğim. içime işleyen bir dönem üslubu ve beraberinde gemi sahnesindeki fötr şapkası ile kendisi arasında bir bağ kurdum.
demirkubuz’un kolektif bir yönetmen olduğunu filmlerini izleyince anlıyorsunuz. en anlamsız sahnelerde dahi onun ruhunu anlamanız mümkündür yeter ki önyargısız, nötr bir biçimde karşısına oturun.
demirkubuz, düşünü kurduğumuz dünyanın insanıdır. etik değerlerin, saygının, insan sevgisinin, özgürlük sınırlarının olduğu gerçek dünyanın yönetmenidir. ihanetin, `insanın yitirdiği değerinin ardından girdiği karanlık tünele kamerayı tutan yönetmendir`.
ne şaşaalı görüntülerle olmayanı oldurma derdinde, ne de olanı farklı gösterme çabasındadır.
bir çok filminde kendisinin görülmesi de göze batan bir şey olarak gelmemektedir. çünkü görüntü değil, önplanda olan duygudur …
şunu diyor’ ben çektiğim filmlerden sonra hiçbir oyuncuma televizyonlardaki talk şov vs programlarına gidip film tanıtımına katkı sunmalarını isteyemem’
böyle incelikli noktalara sahip kişilerin bu ülkede olması gereken talebi görmediğini biliyoruz.
şu zamanda talep için ifşa olmanız, cilalanmanız da gerekmektedir.
parıldamanız kitleleri uyuşturmaya başlayacaktır.demirkubuz’un böyle bir karakteri yoktur, ajandalara ihtiyaç duymayan biridir.
ortalarına kadar sıkılarak izlediğim filmi c blok ve kıskanmak idi, kendi yaşamıma da benzettiğim noktalarıyla beraber en beğendiğim filmi ise bekleme odası idi.
kendisiyle bu boyutta tanışmak eşsiz bir şey.
bulantı
film çocuğun piyano sesi eşliğinde vedalaşma ile başlar, veda yasa döner, yasın gözyaşları en son hizmetçinin ayaklarına doğru bulantıya dönüşür.
genç werther’i duyarız sınıfın boşluğunda, karanlıkta çalan telefonları, beşiktaş tutkusunu, bina koridorunda tutkulu öpüşleri, sonra öpüşlerin sonuca evrilmemesinden doğan ayrılığı, ayrılanın mesajıyla duran asansörü, sonra yeni başlangıcı, yeni başlangıçla beraber yeni ihaneti.
eşi profesör ahmet’in soğuk karanlık dünyasından bunalan neriman çocuğuyla beraber bir müddet şehir dışına çıkmaya karar verir. yolda kaza geçirdiği esnada ahmet eşinin uzandığı kanepede aslı ile birliktedir.
onca çalan telefona bakmaz, baktıktan sonra da umursamaz. neriman ve çocuk ölmüştür.
ahmet’in bu duygusuz tavırlarına bir müddet sonra aslı da dayanamaz new york’a taşınır. ayrılık mesajını oradan gönderir.
ahmet aylak aylak yaşamaya devam ederken, ders verdiği özge adındaki öğrenci ile restaurantta karşılaşır. özge hoşlandığını belirtir bir üslupla konuşmaktadır, ahmet de bunun verdiği rahatlıkla kendisini gece arayacaktır.
birlikte oldukları akşam özge’nin sevgilisi tarafından basılırlar.
ahmet bu girdiği kuyudan, eşine yaptığı şeyden en sonunda rahatsız olacaktır.
yazgı
ah musa ne oyunculuk öyle. annesi ölmüş ama tek damla kan tutmayan yüze sahip oyunculuk portresi. duyarsızlığın filmi midir? duyarsızlığı yaratanların filmi midir?
bir sabah annesinin öldüğünü öğrenen musa, ölüm sonrası ne yapacağını dahi bilemez, hoş üzülen bir tarafı da yoktur. çalıştığı iş yerinden bilgi almaya çalışır, ölen biri için ne yapılır diye.
hayat onun için anlamsız bir yazgıdan ibarettir. evlenir ama onun için fark eden bir durum olmamıştır.
üzerine cinayetler yığılmıştır ama yine de kendini savunma derdine düşmemiştir. yazgı onun hayatını çembere almıştır.bir sinemada başlayan yabancılaşma, annesinin ölmesinden sevinç duydu diye başkası tarafından yapılmış cinayetlere sebebiyet oluşturması sonrası dört yıl boyunca hapiste kalır ta ki cinayeti gerçekleştiren patronun itirafı olana dek.
musa’nın dört yıl sonra gelen itiraftan dolayı çıkmak üzere iken savcı ile karşılıklı diyalogu hukuk ve din ayrımı açısından sinema estetiği örneğidir.
insan ruhu ya bu kadar boş ise?
kor
işsizlikten dolayı şansını yurtdışında denemek için eşini ve çocuğunu bırakıp giden cemal ve emine’nin evliliğindeki dram, ve emine’nin eski işvereni üçgeninde ilerleyen bir film.
ziya tekstil atölyesinin sahibidir. ustabaşı cemal ile emine orada tanışıp evlenirler. çocuk sahibi olurlar. lakin patron ziya da emine’ye aşıktır. cemal bunu sezer, emine’nin işten ayrılmasına karar verir. emine karşı gelmez, sorgulamaz da.
emine’ye aşık olan ziya evli çocuklu biridir. iyi aile babası rolünü oynar.
cemal de ziya’nın yanından ayrılıp yurtdışına gider, cemal’in yurtdışında olmasından dolayı maddi zorluklar yaşayan emine el işlerine başlar, satabileceği tek yer de ziya’nın atölyesidir. orada, uzun yıllar sonra denk gelirler. sadece selamlaşırlar.
bir sonraki görüşme emine’nin çocuğunun vücudunda çıkan bir hastalık nedeniyle paraya olan ihtiyaçtır. ziya bu parayı koşulsuz verecektir. bu borçtan dolayı emine’ye yanaşma gibi bir şeyi filmde sezmiyoruz çünkü ona aşık olduğu hissine kapılmış oluyoruz. aşık olan kişi neler yapmaz ki?
sonra birkaç buluşma daha gerçekleşince ziya ona aşık olduğunu, cemal’in kendisini işten çıkarmasının asıl nedeni bu olduğunu anlatır. kocası olmasına rağmen bu sevilme isteği emine’nin ruhunu okşar. çünkü cemal ataerkil düzenin bir ürünüdür. ilk defa yaptığı iltifatta karşılık göremediği için emine’yi tokatlayacak kadar canidir. oysa ziya kadının ruhundan anlamış gibi durmaktadır.
cemal yurtdışından döner ve kor düşmeye başlar tekrar yüreklere.
emine başkasına gitti diye evlenmek zorunda kalmış ziya, cemal gelmez deyip aşık olmadığı ziya ile olmuş emine. aşık olan ziya’ya rağmen emine’yi evliliğine almış cemal. suç nerede, suç kimde?
itiraf
isminden anlaşılacağı üzere film sırf bir itiraf olsun diye kafayı sıyıran bir herifin iç dünyasını anlatıyor. iş gezisinden erken dönen harun, nilgün’ün kendisini aldattığı şüphesine maruz kalır. o şüpheyi dile getirmek, itiraf etmek bir dert iken, o itirafın gerçek olmasının korkusu bambaşka bir ruh haline sokar onu. günlerce yüzleşir önce kendini ikna eder akabinde nilgün’ü sorguya çeker. lakin nilgün kendisine herhangi bir itirafta bulunmaz. harun delirip küfürler savurur, dayanamaz onu kiminle aldattığının peşine düşer ve otel odalarında biriyle buluştuğuna inanır.
geçimsizlik, şiddete dönüşür. şiddet ayrılmaya döner lakin şöyle bir ince nokta vardır ki nilgün onu aldattığı kişiye gidebilmek için ondan haber beklemektedir.
diğer erkek evlidir, çocukları vardır. henüz onları terk etme kararı verebilmiş değildir.
bundan dolayı küfürlere, şiddete karşı çekip gidebilmek için o dayanağın olmasını beklemektedir.
ne zaman o telefon gelir işte nilgün’ün gidişi başlar.
nilgün gider, harun sefil bir hayatın içinde çaresiz bir evliliğin yokoluşunun kahramanı olarak bileklerinden asar kendini ölümün tavanlarına.
lakin ölmez, sağ kalır ama hesabı yoktur artık kimseyle. toparlayınca da işine döner.
çalıştığı şirket onu doğuya yapılacak bir barajın başına göreve gönderme teklifinde bulunur. hazırlanma haftasında nilgün’ün diğer erkekten ayrıldığını öğrenir.
diğer erkek nilgün’le beraber olduktan sonra kızının intihar ettiğini öğrenir, bunun müsebbi olarak da nilgün’ü görür. nilgün’den ayrılır. nilgün de ondan altı aylık hamiledir.
şehrin bir gecekondusunda ev tutar, gündelik işlerde çalışır karnı burnunda haliyle.
harun onu görmeye gider, uzaktan bakar, sonra cesaret eder ve çıkar karşısına.
yaşattığını yaşamadan ölmez mi insan?
çünkü nilgün harun’un dostunun sevgilisidir. ondan gizli sevgili olmuşlardır.
başak köklükaya’nın oyunculuğu izlenmeye değerdir.
üçüncü sayfa
gazetelerin ilgi görmeyen sayfalarının, televizyon haberlerinin sırası gelmeyen olaylarının filmi gibi bir şey.
film setlerinde figüranlık yapan isa’nın tek hayali bir zaman başrol oyuncusu olabilmektir. figüranlık kazandırmasa da içindeki aşktan dolayı buna tutunmaktadır. maddi zorluktan dolayı kiraları birikince ev sahibi ile arası açılır. gün gelir kendini tutamaz olur, kapısının önünde onu öldürür.
lakin bu ölüm onu da bayıltır.
bu sırada kapı komşusu olan hizmetçilik yaparak para kazanan meryem, ev sahibinin evindedir, silah sesinden korkup saklanır, sesler kesilince de olduğu yerden çıkar gelir görür ki kapı komşusudur. nefes aldığını anlar ve onu, silahla beraber evine kadar indirir.
sonra arkadaşlıkları gelişir. çok zaman geçmeden de meryem’in şehir dışındaki kocası gelir. işsiz kalmıştır. kahvehanelerde aylaklık etmektedir yine. her kahve dönüşü sonrası eşine dayak atmakta ona tecavüze yeltenmektedir. isa da figüranlık işlerine gidip gelmektedir. yan taraftaki olaylara şahittir ve canı acımaktadır çünkü meryem’e aşık olmuştur. bunu en son ona söyleyecektir.
yalnız bu istek ona şartla dönecektir.
kocamı öldür diye.
bu arada ev sahibinin oğlu ortaya çıkmıştır. artık kira işlerine o bakacaktır. cinayet soruşturmasından katil bulunamamıştır.
isa, meryem’in kocasını öldürmeye, onu gölge gibi takip etmeye başlar ama bunu beceremez. bu esnada takıldığı kahvede oyun esnasında rakibiyle kavgaya tutuşan meryem’in kocası, bıçaklanır ve ölür.
İsa meryem’in ona kaldığına sevinecektir.
bir gün prodüksiyon şirketinden dönerken Meryem’in evi terk ettiğini görür, evde kimse kalmamıştır.
çok zaman geçmeden de ev sahibinin oğlu İsa’dan evi boşaltmasını ister, akrabalarının gelip yerleşeceğini söyler.
İsa mühlet ister. böyle bir zaman içinde çarşıda gezerken görür her şeyi. meryem ev sahibinin oğluyla beraberdir.
her şey en başından planlanmıştır meğerse.
meryem’le yüzleşirken anlar bunu.
ve sonra silah patlar.
kimin yüzüne doğru?
bekleme odası
yönetmen olan ahmet, f.m.dostoyevski’nin hayatını çekmeye çalışmaktadır. bu esnada uygun oyuncular arayışındadır. ve defalarca da senaryo değişikliğine gitmektedir. sevgilisi serap onun bu yoğun dünyasına ayak uyduramayıp onu terk etmiştir. günler durgun bir şekilde geçmektedir. gece yarısı bir ses duyar, bakar hırsız evine tırmanmaktadır.
elindeki silahı ona doğrultur ama sıkamaz. gitmesine izin verir. onun asistanı gibi yanında duran elif ile film hakkında konuşmaktadır. elif onu eşsiz biri olarak görmektedir. figüran oyuncularla elif ilgilenmekte olan elif üniversite öğrencisidir. ahmet raskolnikov için aklına gelen hırsızın peşine düşer. emniyette hırsızlık listesinden onu bulur.bir kahvehanede garsonluk yaptığını öğrenir.
hırsız olan ferit, oyuncu olma teklifine şaşırır, ahmet numarasını bırakır, kararını değişirse aramasını ister. sonra ferit denemeler için onu arayacaktır. ama birkaç deneme sonrası bir gün ahmet, ferit’in hapse düştüğünü öğrenir.
ahmet abi diye hitap ettiği yönetmenle beraber olan elif de serap gibi onun soğuk tavırlarına karşı gözyaşı döker. eşsizliği hayal kırıklığına dönüştürür.
huysuzlanır ve bu halinden dolayı ortalıklardan kaybolur. onun kayboluşundan sonra sevgilisi kerem ahmete gelir, hem onu ikaz eder, hem de ona içini döker.
ahmet elif’ten uzaklaşır. elif kerem’e dönmüştür. ahmet de projeden vazgeçmiştir.
ama bir sabah kapı çalar evvelden çekim için haber verilen bir kadın kapıda belirir. kendisinin arandığını çekip için geldiğini söyler. ahmet projeden vazgeçildiğini, haber edilmediği için özür diler. kadın merdivenlerden inerken ahmet kendisini çaya davet eder.
sonrası birbirini anlayan iki insanla beraber raskolnikov senaryosunun yazılabileceğini görürürüz.
tabii sevişmenin de senaryosu yazılacaktır.
o hırsız kimdir?
c blok
kağıt üstündeki evliliğin sancısını dışarıda bilmedik yerlere kendini atarak geçirmeye çalışan öfke içindeki tülay’ın apartman kapıcısının oğlu haled ile evinin hizmetçisi kızı beraber kendi yatağında sevişirken yakalamasıyla hepten sinirlenir, delirir ve hiç bilmediği kişiler tarafından tecavüz edilmeye tepki göstermeyecek kadar delirecek noktaya gelir.
tülay’ı görmek için hizmetçiyle beraberdir aslında kapıcının oğlu ama tülay bunun farkına çok geç varmıştır.
haled koşarak gelir onu tecavüzcülerden kurtarır. ilk sarılışı burada olur. haled onu belinden sarar. bu, tülaya yasak olanın heyecanını vermiştir. bir akşam eve giderken , kapıcı dairesine doğru iner, dairenin kapısı yoktur, perdeyi kaldırır, dalar içeri, haled, kanepede oturmaktadır. sonra sevişirler.
yüzünde öfkeden başka bir şey olmayan tülay o sabah hiç muhatap olmadığı hizmetçi ile muhabbet etmeye çalışır, yüzü güler, sevinç içindedir. sevişerek, içindeki ölü yaşamı atmıştır. tıpkı freud’un libidinal terimini doğrularcasına yeniden doğmuştur.
onun kendisini aldattığını öğrenen kocası da intikam alırcasına onu hizmetçiyle aldatmış ve görmesi için odada onu beklemişlerdir.
sonrası dağılan aile, aşkından dolayı akıl hastanesine düşen haled, ve bir karanlık filmin sonu daha.
yer yer istanbul boğazını gösteren kareler ülkenin geldiği nokta açısından üzüntü verici.
yemyeşil alan adeta sihirli değnekle betona dönmüş.
kıskanmak
bir ülkede çirkinliğin filmini yapmışlar, çirkin olan kadın en güzel olana dönüşmüş.
seniha çirkinliğinden dolayı kimseden ilgi görmez, mecburen beğenmediği biriyle sevişir. onu sevmeye çalışır lakin abisi halit yüzünden ayrılık kapısını çalar. beraber olduğu kişinin askerlik sorunu vardır halit tarafından şikayet edilir ve seniha yalnız kalır yine yeniden. uzun yıllar bir başına kalmanın zorluklarını yaşar. ve alışmaya başlar bu hayata.
akabinde iş gereği halit’in tayini zonguldak’a çıkar. burada eşi mükerrem ve kardeşi seniha ile yaşamaya başlarlar. birkaç ay sonra şehirde yapılacak bir şölene davet edilişleriyle beraber her şey değişmeye başlar. önde gelen ailelerden birinin şehvetine düşkün oğlu olan nüzhet bu şölende mükerrem’e tutulur hatta şölende herkes filme odaklanmış iken o mükerrem’in ensesinden ruhunu almaya çalışır. hoş başarılı olacak ki bu zaman içinde buluşmalara dönüşür, buluşmalar sevişmelere, sevişmeler, aşağılanmalara…bir sahne var ki beni seniha’ya aşık ettirmiştir. nüzhet’in annesi seniha’yı aciliyet içerisinde eve çağırmaktadır. çocuğunun bu halet-i ruhiyesine bir son verilmesini, mükerrem’in ayağını denk almasını ister seniha’dan, bu esnada da masada duran şeker kasesini uzatır, kasenin bir ülkeden, şekerlerin başka ülkeden geldiğini söyler. seniha konuya vakıf olmak istediğini, şeker istemediğini söyler. kadın mükerrem’e ikaz yapılmasını yoksa bir hafta içerisinde bir düzelme olmazsa kendisinin devreye gireceğini söyleyip odadan çıkar, seniha odada bir başına kalmıştır tam çıkacakken masadaki kaseyi kaldırır, şöyle inceler ardından elinden bırakır paramparça olur ‘ ay elimden kaydı’ diyerek ve çıkar gider.
odasında 1930 yılının soğuğunda dostoyevski’den suç ve ceza okuyan seniha hepsinin farkındadır ama zamanını beklemiştir.
adeta mükerrem’in suçunu da abisinin cezasını da bir dosyada toplayacaktır. abisini haberdar edecektir ve abisi gidip nüzhet’i öldürecektir. akabinde halit cezaevine düşer, mükerrem kötü iz bırakan anılarıyla beraber istanbula göçer, çirkini oynayan seniha ise sınavlara girer, öğretmen olur. durumu iyidir. intikamını almıştır ama artık kin gütmemektedir. abisinin avukatı aracılığıyla ona mektuplar göndermekte, ihtiyaçlarını karşılamaktadır. abisinin çıkmasını avukatla beraber karşılayacaktır. yıllar sonra halit karşısına çıkar, seniha eğilir elini öpmek için, halit tüm öfkesiyle yüzüne tükürür ve gider.
ayrıca nergis öztürk’ün harika bir oyunculuk dersi verdiğini söyleyebilirim.
masumiyet / kader
ne derya alabora’nın vildan atasever’den, ne haluk bilginer’in ufuk bayraktar’dan daha iyi olduğunu söyleyebileceğimiz bir devam film serisidir. iki filmin karakterleri de dönem itibarıyla yönetmenin istediklerini yapmaktadırlar. iki bekir arasındaki fark ile iki uğur arasındaki fark belirgin değildir, ha birinci bekir daha iyi ‘orrruspusun’ diyordu onu teslim etmek gerek(haluk bilginer) :)
aşk, karasevda ve ihtirasın filmi. sevdiğin kişi için her şeyi çekmenin acısını iliklerine değin hissettiğin bir film. hem bekir’in gözünden, hem de zagor’u seven uğur’un gözünden anlatıyor. müebbet yiyen sevgilisi zagor için avukat tutmak için borç alan, borcunu ödemek için isterse oruspu olacağını söyleyen uğur’un, uğur’a aşık olan bekir’in nerede masumiyete eriştiğini bilemeyeceğiniz hikayesi şehir şehir sizi dolaştıracak. elindeki eczane reçetesi ile nöbetçi yer arayan bekir o an kafasına eser, uğur’un kars’ta olduğunu öğrenip basıp gider.
pavyon, otel köşeleri, hapishane filmin her yanında gerçek olanın kokusunu alırsınız… sonra aralarına yusuf karışır. yusuf hapishaneden yeni çıkmıştır. dışarıda tanıdığı kimse yoktur. bir şekilde yolu bekir’le kesişir ve dost olurlar. bekir saf sevgisinin acısıyla dayanamaz uğur’un vurdumduymaz davranışlarına bir sabah kafasına sıkar. bekir ölünce de uğur’a aşık olduğunu ilan eden biri çıkacaktır.
uğur’a abla diyen yusuf…bundan sonra bekir’in yerini yusuf alacaktır.
’ birden durup dururken içim cız etti.bi baktım gene aynı karın ağrısı. öyle özlemişim ki seni…’’ dedi bekir.
uğur üzerindeki örme hırka ile gözyaşlarını silmektedir.
masumiyet ve kader her insan canlısının yaşamadan ölmeyeceği bir çeşit hikayedir.!
yeraltı
izlediğim ilk zeki demirkubuz filmiydi. arkadaşlarıyla derdi olan bir adamın hikayesinin teknik açıdan bir şölene dönüşeceğini beklemiyordum. muharrem, ödül alan yazar arkadaşı cevat’ın kutlama yemeğine zoraki olarak kendini davet ettirmek için çabalayacaktır.
arkadaşları tarafından pek sevilmeyen bir karakter olan muharrem hesaplar, planlar yapar. içer, fahişe ile sevişir, şehrin lağım kokan tünellerinde gezinir. gece yarısı kalkar pencerenin birine cam atar, hizmetçisi türkan’ın uluyan kocasının taklidini yapar, boşluğa doğru ulumaktadır.
yerin altından yukarıya doğru adım adım ilerleyecektir tek eksik olan şey o yemek masasına bir an önce oturabilmektir. ondan sonra muharrem başka birine dönüşecektir. içindekini kusmak zorundadır.
‘`sevgili generalim cevat bey ve kadirşinas yalakaları`’ tiradıyla adeta masada yüzler donup kalacaktır. çünkü kralın çıplak olduğu ortaya çıkmıştır. muharrem yalanı gizlemeden ayan beyan suratlarına yalanlarını söylemiştir.
demirkubuz’un bekleme odası filmindeki raskolnikov denemesi sanki burada muharrem’e dönüşmektedir. raskolnikov konuşmaktadır. suçu ve suça sürükleyenleri, ceza ve cezanın kılıflarını gösteriş budalası insanları, asıl hırsızları anlatmaktadır.
masadaki ‘ yalakaların’ kimlere benzediğini bilmiyor muyuz ? herkesin hayatına böyle gruplar dahil olmamış mıdır? iş yerinde, sokakta, üniversitede veya başka yerlerde. yok mu etrafınızda bir amaç doğrultusunda tüm değerlerini ansızın yok sayacak birileri?
başkasının romanını çalan yazarlar, aslında gösterdiği kişiliğin tersine bir amacı olan çok bilindik yazarlar tanıdım. işte yeraltından gelen bu ses onların ifşasıdır bir nevi.
çatlaklarından su sızan yalakaları, generalleri de kurtaramaz.
er ya da geç ortaya çıkmak gibi bir huyu vardı değil mi gerçeğin?
muharrem’e can veren engin günaydın kusursuz bir yeraltından gelen kişi portresi çiziyor.
Yorumlar
Yorum Gönder